Napolyon ve Fransızların Mısır’ı İşgali

 



Napolyon Bonapart (Napoleon Bonaparte), kalabalık bir ordunun başında 1798’in Temmuz’unda Mısır topraklarına girmişti. İngilizlerin Hindistan ile bağlantısını koparmak ve Fransızlara İslâm coğrafyasının merkezinde yer açmak için planlanan bu seferin Kahire ayağı, kapsamlı bir halk ayaklanmasına sahne oldu. 21-22 Ekim günlerinde kent halkı işgalcilere karşı hareket geçince, Fransızlar da Kahire Kalesi’ne yerleştirdikleri toplarla sivilleri bombalamaya başladı. Bizzat Napolyon’un da katıldığı çatışmalarla ayaklanma bastırıldı ve sağ kalanlar Ezher Camii Külliyesi’ne sığınarak canlarını kurtarabildiler. 6 bine yakın Kahirelinin hayatını kaybetmiş olduğu ayaklanma sırasında, Napolyon’un “Tanrı’nız size yardıma geç kaldı. Siz başladınız, fakat ben bitireceğim!” söylediği rivayet edilir.


Birkaç ay sonrasında, Napolyon bu defa Akka Kalesi önlerinde göründü. Valisi olduğu Saydâ vilayetini Akka’dan yönetmekte olan Cezzâr Ahmed Paşa -ki bu sırada 80 yaşlarındaydı-, 20 Mart 1799’da süregelen kuşatmaya tam iki ay boyunca kahramanca direniş gösterecek, şımarık Fransız’a dünya tarihine geçecek bir ders verecekti. Akka Kuşatması’nın, Napolyon’un Mısır ve Suriye seferleri için reel bir dönüm noktası olduğunda ve hayalini kurduğu sömürgelerden bu sebeple caymak niteliğinde kaldığında bugün tüm kaynaklar hemfikir.


Derin Tarih, Mart 2022 sayısında, Akka Kuşatması’nın yıldönümü vesilesiyle şu sorunun yanıtını arıyor: Napolyon, Doğu serüveniyle ne yapmak istedi ve eline ne geçti?


Birbirinden değerli isimlerin katkıda bulunduğu dosyamızın, Fransa’nın bugün İslâm coğrafyasındaki etkinliğini anlamaya büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz. Hiçbir hadise bir günde ve akşamdan sabaha gerçekleşmediğine bakılırsa, Napolyon’u algılamak, aslına bakarsak bugünün dengelerini de kavramak olacaktır.


Geleneğimizi bozmayarak, bu sayımızda, siz değerli okurlarımıza 1915 Çanakkale Zaferi’ni konu edinen kapsamlı bir ek takdim ediyoruz. Ayrıca, geçen sayımızda vermiş olduğumuz ek kitaplara yayınlanan olağanüstü teveccühün, benzer emekleri sürdürmek için bizi yüreklendirdiğini ifade etmem icap eder. Bu vesileyle, yakında başka sürprizlerimizin de olacağını şimdiden haber vermek istiyorum.



İslamofobinin, şu demek oluyor ki İslâm karşıtlığının Avrupa ülkeleri arasında son zamanlarda hiç olmadığı kadar yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Bunun son 20 senedir Ortadoğu’dan Afrika’ya uzanan İslâm coğrafyasındaki kaos ve savaşlardan bağımsız olduğunu düşünmek oldukça zor. Amerika’nın 2003 senesinde Irak’ı işgali etmesi bu kaosun başlangıç noktasına yerleştirilebilir. Akabinde naif bir şekilde isimlendirilen “Arap Baharı” ile Ortadoğu ve Afrika’da tanık olunan çatışma ve savaşlar, bu coğrafyada yaşayan halklar başta olmak üzere birçok adamın yaşamını etkilediği benzer biçimde bölgenin sınırlarını aşan bir krize dönüşmüştür. Bunun da olası tesiriyle Avrupa’nın en kalabalık Müslüman nüfusunu barındıran Fransa, İslâm karşıtlığında en öne çıkan Batılı ülkelerdendir. FORIF (Le forum de l’Islam de France-Fransa İslam Forumu) bu karşıtlığın dizgesel ve müesses hali olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni bir diyaloğun imkânı ve ülkedeki Müslümanları temsil için kurulduğu iddia edilen bu forumun aslına bakarsak İslâm’ın Fransa’nın menfaatlerine uygun olarak şekillendirilmek gayesiyle tesis edildiğine dikkat çekilmektedir. Aslında geçmişten günümüze birtakım ilişki biçimlerinin hiç de değişmediğini söylemek gereksiz olacaktır. Yine de, bazı şeyler unutulduğunda sosyal-tarihsel hafızanın zaman kazandırma yeteneğinin tersine döndüğü gerçeğini çarpıcı bir şekilde hatırlatmaktadır bizlere.


Genel olarak Batılıların, özelde ise Fransızların İslâm yahut Müslümanlarla ilişki kurma biçimindeki tezatlar aslında hiç de yeni değil. Bu vaziyet Fransızlar laf konusu edildiğinde 200 yıllık bir geçmişe haiz olan Mısır’ın işgaline kadar geri götürülebilir. Temmuz 1798’de Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız askerleri Mısır’ı işgal etmişlerdi. Üç yıl süren işgal Mısır-Osmanlı bağlamında olduğu kadar dahili-harici, bir başka açıdan ise mahalli-yöresel birçok değişimi bununla beraber getirecektir.


İşgalin sağlıklı bir değerlendirmesini yapmanın yolu, onu geniş ölçekli tarihî bağlamına yerleştirmekten geçiyor. Aslında bu bir ihtimal de harcı evren olmuş bir usuldür; sadece pratikte hâlâ kolayca gözden kaçabilmektedir. Dolayısıyla en önce küresel emperyalist arenaya kısaca değinmekte yarar var. Bunun yanı sıra “Devrim Fransa’sının” kendi iç dinamikleri ek olarak önem arz etmektedir. Bilindiği suretiyle 18. Asrın son süreci Fransızlar açısından çok netameli bir sürece muadil gelir. Gerek emperyalist rekabette ABD ve Hindistan’da kaybetmiş olduğu sömürge toprakları, gerekse inkilap sürecine giden, hatta oradan da idame eden iç savaş ve peş peşe doğurduğu karışıklıklar, en sonunda devrimin kendi çocuklarını da yediği “terör periyodu” Fransızları kaotik bir geçiş periyodunun bitmek bilmez zorluklarıyla karşı karşıya bırakmıştır. Bu hususlara ilave olarak, Napolyon’un Fransız yönetimi açısından test edilemez olması, Mısır’ın işgaline giden sürecin önemli veçhelerinden bir ötekini teşkil etmektedir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKTEP Ne Demek, Kelime Anlamı, Sözlük Anlamı Nedir?

SAİD HALİM PAŞA